Genelde halk arasında idam sehpasına “darağacı” denir. Allah, herkesi bu beladan korusun ama halk hala bir olay olunca “iki kişiyi sallandır, bak bakalım bir daha oluyor mu?” dileklerinde bulunur.
Onbinlerce sene evvel, aslında doğa karşında çok zayıf olan insanoğlu, en büyük gücü olan aklını kullanarak ve birlikte hareket ederek doğa ile mücadele etmiş, onu dizginlemeye çalışmış ve dağları da, çağları da aşarak bugünlere gelmiştir.
O zamana kadar yemek, içmek korunmak ve üretmekten başka bir şey düşünmeyen insanoğlunun tarihsel gelişimi için, ünlü filozof Jean Jacques Rousseau der ki;
–Bir gün adamın biri eline bir ağaç dalını aldı, toprağı bir uçtan bir uca çizdi ve “burası benim” dediği anda, artık insanın doğayla mücadelesi yanında insanın insanla rekabeti ve mücadelesi de başlamış oldu.
O zamana kadar 100-150 kişilik gruplar ve devamlı hareket halinde yaşarken artık yerleşik düzene geçmeye, evler-köyler kurmaya başlamış ve tahılları ekip biçmeye koyun, keçi, sığır tavuk, horoz ve atları, domuzları evcilleştirerek hizmetine dâhil etmiştir.
Birlikte yaşayıp, birlikte oturup kalkarken düzeni korumak için, sert tedbirler kurallar geliştirmiş ve bunlara uymayanlara da ölüm cezaları da dahil çeşitli cezai işlemler uygulanmıştır.
Bu kanunların temelini binlerce seneden beri genelde dinler oluşturmuştur. İlk yazılı Hamurabi Kanunlarında da çeşitli cezalar yanında ölüm cezaları da yazılıdır. Yüzyıllar içinde insanoğlu inanılmaz infaz kanunlarını icat etmiştir.
Boğarak öldürmek, asılarak idam etmek, iğneli sandalyede oturtmak, taşlayarak öldürmek, diri diri derisini yüzmek, kelle kesmek, gaz odasına atmak, kurşuna dizmek, kazığa oturtmak ve zehir içirmek gibi onlarca infaz çeşitleri icat edilmiştir.
Tarihte idam edilen çok kişinin zaman içinde suçsuz olduğu ispatlanınca, devletler yavaş yavaş idam cezalarını kaldırıp onları müebbet hapse çeviriyorlar.
Ben Çocukken, 1961 yılında, Urfa’da Köprübaşı’nda Malatya’da bir bekçiyi öldürdüğü için, adına “Maraş canavarı” denilen bir adamı sabahın 4’ünde idam etmiş ve öğlene kadar da cesedini “ibret-i alem” için kaldırmamışlardı.
Buradan geçmeye çalışan 9-10 yaşında bir çocuk olarak bu olaydan çok etkilenmiştim. Adamın beyaz kefen elbisesinin göğsü üzerinde mahkeme kararı asılı duruyordu. Bu sahne haftalarca rüyama girmişti.
Esasen Urfa Kurtuluş Savaşı’nda büyük katkıları olan Arap Reşo’nun çok kibar efendi oğlu Mehmet, öldürülen babasının intikamını almak için düşmanı olan adamın oğlunu öldürür ve dağa çıkar. Daha sonra da kötü kaderle o efendi genç adam, maalesef, 7-8 kişinin daha katili olur. Urfalılar buna rağmen onu çok severlerdi. Hatta onun adına “Mehmedim Mehmedim, Aslan Mehmedim” diyerek türkü bile bestelemişlerdi. En son Urfa Belediye Başkanı Hacı Tevfik Saraç’ı da öldürünce kısa sürede bir mağarada kıstırılıp yakalanır.
İnfial çıkmasın diye Maraş canavarı Urfa’da idam edilirken, Mehmet Adana’da idam edilir.
O zamanlar rahmetli Adnan Menderes’in ve İki bakanının mahkemelerini, idamlarını da radyodan veya gazeteden büyük üzüntü ile takip ederdik.
Yine, 12 Mart darbesi sonrası, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını da dün gibi hatırlarım.
12 Eylül darbesinden sonra da, binlerce insanın gördüğü işkencelerin yanında onlarca insan da idam edildi.
Tüm medeni dünyada idam cezaları kaldırılırken bizde de telafisi mümkün olmayan bu lanet ceza,1984 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kaldırılmıştır.
Yaklaşık 50 civarındaki devletlerde hala devam eden bu idam cezalarının da bir an önce kaldırılmasını diliyoruz.
Darağacı foto: http://turk-alemi.blogspot.com