Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Hamd, Alemlerin Rabbi Allah’a, salât ve selâm Efendimiz Hazreti Muhammed (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem), Âl-i Âbası, Ehl-i Beyti ve Ashâbı üzerine olsun.
*
Mi’rac ve İsrâ olarak ifade edilen olay bütün beşerî perdeler kaldırılarak idrâklerin ötesinde ve tamâmen ilâhî ölçülerle gerçekleşen Allâh Resûlü (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem)’in yüceler yücesine yükselişini ve Rabbimizin huzuruna çıkışını ifade eder.
Olay, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve oradan da yükseklere yükseliş şeklinde açıklanır kaynaklarda daha çok “isrâ ve mi‘rac” şeklinde geçer.
***
Türkçe’de Mi‘rac kelimesiyle her ikisi de kastedilir. İslâmî kaynaklarda genellikle ele alındığı şekliyle Mi‘rac hadisesi iki safhada meydana gelmiştir.
Resûl-i Ekrem’in (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem) bir gece Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa İsrâ, oradan göklere yükselmesine Mi‘rac denilmiştir.
***
Rabbimiz şöyle buyurdu;
‘’Kulu’nu (Muhammed’i bir gece Mescid-i haramdan (alıp) Mescid-i Aksaya kadar götüren (Zât-i ecelle ve a’lâ her türlü nakıslardan) münezzehtir. (O Mescid-i Aksa ki) biz onun etrafına (feyz ve) bereket verdik (ve bu gece yolculuğunu) ona (o peygambere) ayetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık). Şüphesiz ki O, (asıl) O (her şeyi) hakkıyla işiten, (her şeyi) kemâliyle görendir.’’(İsrâ (17) 1.)
*
Müslümanların çoğunluğu Mi‘rac Kandilini Receb ayının 27. gecesinde kutlamaktadırlar.
Bu yolculukta Cenâb-ı Hak, kulu ve Resûlü (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem)’e aklın beşerin idrakinin ötesinde acayip ve harikulade hâdiseler yaşatmıştır.
*
Kelâm ve hadis âlimlerinin çoğu olayın bedenen ve uyanık halde gerçekleştiği görüşünü benimsemiştir.
Ayette geçen “abd” kelimesinden ruh-beden bütünlüğüyle Hazreti Peygamber (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem) kastedilmektedir âyetin zâhirini te’vil etmeyi gerektiren bir sebep yoktur.
Âyetin başındaki tenzih (sübhâne) ifadesi de olayın azametine işaret eder.
İsrâ ve mi‘rac rüyada gerçekleşmiş olsaydı bu sıradan bir hadise olur, Kureyşliler de onu inkâr etmezlerdi.
Ayrıca, “Sana gösterdiğimiz rüyayı … insanlar için bir imtihan vesilesi yaptık” (İsrâ 17/60)
Meâlindeki âyette yer alan “rüya” kelimesi gözle görmeyi ifade eder; eğer uyku halinde görülen rüyayı belirtseydi bu bir imtihan vesilesi sayılmazdı.
Abdullah b. Abbas’ın (r.a.) kelimenin “gözle görme” demek olduğunu vurgulaması da bu yorumu destekler. (1)
***
Resûl-i Ekrem (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem) Mi’rac hadisesini şöyle anlatır:
“−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim.
Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi.
Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu.
Ben onun üzerine bindirildim.
Böylece Cibrîl -aleyhisselam- beni götürdü.
Dünyâ semâsına kadar geldik kapının açılmasını istedi.
«−Gelen kim?» denildi.
«−Cibrîl!» dedi.
«−Berâberindeki kim?» denildi.
«−Muhammed» dedi.
«−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi.
«−Evet!» dedi.
«−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı.
Kapıdan geçince, orada Hazreti Âdem -aleyhisselam’ı– gördüm.
«−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti.
Sonra bana:
«−Sâlih evlât hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!” dedi.
Sonra Hazreti Cebrâîl -aleyhisselam- beni yükseltti ve ikinci semâya geldik.
Burada Hazreti Yahyâ ve Îsâ -aleyhisselam- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı.
Sonra Cebrâîl -aleyhisselam- beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hazreti Yûsuf -aleyhisselam- ile karşılaştık.
Dördüncü kat semâda Hazreti İdrîs -aleyhisselam- ile,
beşinci kat semâda Hazreti Hârûn -aleyhisselam- ile,
altıncı kat semâda ise Hazreti Mûsâ -aleyhisselam- ile karşılaştık.
«−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!» dedi.
Ben onu geçince, ağladı. O’na:
«–Niye ağlıyorsun?» denildi.
«−Çünkü, benden sonra bir delikanlı Peygamber oldu, O’nun ümmetinden cennete girecek olanlar, benim ümmetimden cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.
Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselam- ile karşılaştık.
Cebrâîl -aleyhisselam-:
«−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi. Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti.
Sonra:
«−Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!» dedi.
Daha sonra bana:
«−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler.
Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi.
Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım.
Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi.
Cebrâîl -aleyhisselam- bana:
«−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi. Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir.
«–Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum.
Cebrâîl -aleyhisselam-:
«–Şu iki bâtınî nehir, cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!» dedi...” (2)
“–Ey Allah’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi.
Resûlullâh:
“–Niçin ey Cibrîl?”diye sordu.
O da cevâben:
“–Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..”dedi. (3)
Artık bundan sonraki yolculuğa Allâh Resûlü (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem) yalnız devâm etti.
Kendisine hârikulâde tecellîler lutfedildi.
Cenâb-ı Hakk’ın cemâliyle müşerref oldu.
Bu yolculuktaki alem-i gayb’deki olağan üstü hallerin lâyıkıyla kelimelerle ifâde edilmeye çalışmak, hayâl ötesi bir gerçeğin, nakıs beşer idrâkinin çerçevesine sığdırmaya çalışmak zor bir keyfiyettir.
Biz kıt idrakimizle ancak anlayabidiklerimizi kavrayabiliriz, gerçeği ve asıl mâhiyeti Allâh ile O’nun Habîbi arasında ebedî bir sır olarak kalan muhteşem tecellîler, tamâmen “âlem-i gayb” şartları dâhilinde tahakkuk etmiştir.
Gerçeklere karşı inkarcılar tarafından yapılabilecek îtirazlar sebebiyle Mîrâc’ın hakkâniyetini vurgulamak içindir.ki! Ayet-i kerîmelerde şöyle te’yîd edilmektedir:
‘’ Battığı zaman yıldıza ant olsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; O, arzusuna göre de konuşmaz. O’nun bildirdikleri, kendisine Allah tarafından gelen vahiyden başka bir şey değildir. Kendisine (O vahyi), kuvveleri şiddetli, mükemmel bir akla sahip olan (Cebrâîl) öğretti. Sonra en yüksek ufukta (Sidretü’l-Müntehâ’da) iken asıl şekliyle istivâ etti (doğruldu)’’(Necm (53) 2-3-4-5-6-7).
*
Burada aşikâr olan, Allâh Resûlü’nün Mirac’taki tecellileri bir hayâl olarak değil, kalp ve vicdanının da tasdik ettiği bir hakikat olarak müşahede etmiş olduğudur.
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;
“(Muhammed Mustafa’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı.(Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?”(Necm (53)/11-12)
“(Muhammed Mustafa’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (Necm (53)/17-18)
***
MİRAC HADİSESİ BİZİM İÇİN NE ANLAM İFADE EDİYOR?
Hadîs-i şerifte buyuruldu ki:
“Resûlullâh (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem) ‘e (Mirac’ta) üç şey verildi:
1~Beş vakit (salat) ,
2~Bakara Suresi’nin son iki ayeti
3~Ve ümmetinden şirke düşmeyenlerin büyük günahlarının affedileceği haberi.” (4)
***
1~BEŞ VAKİT SALAT
’Rasûlüm! Sana kitaptan ne vahy ediliyorsa onu okuyup başkalarına da anlat. salatı da dosdoğru ikame et ! Çünkü bütün şartlarına riayet edilerek hakkiyle eda edilen salat, insanı her türlü hayasızlıktan, dinin ve aklın kabul etmediği şeylerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise en büyük ibadettir. Allah, bütün yaptıklarınızı bilir.’’(Ankebut/45)
***
Rasulullah (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem) bir hadisi kutside Allahu Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu naklediyor;
“Ben ümmetine beş vakit salatı farz kıldım. ve kendi kendime söz verdim ki, kim (benim yanıma) beş vakit salatı vaktinde eda etmeye özen göstererek gelirse, onu Cennet’e koyacağım. Kim de salata dikkat göstermezse Benim onun için bir sözüm yoktur” (5)
*
Ebu’d-Derda (r.a) şöyle dedi:
“-Hazreti Muhammed (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem) bana şöyle buyurdu;
‘’-Parça parça kesilsen de, yakılsan da Allah ‘a ortak koşma ve farz olan salatı bilerek terk etme. Kim ki farz olan salatı bilerek terk ederse Allah ‘ın koruması ondan uzaklaşmıştır.” (6)
***
2~BAKARA SURESİNİN SON İKİ AYETİ
‘’Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene îmân etti, mü’minler de! Hepsi Allah’a, meleklerine, kitablarına ve peygamberlerine: “Peygamberlerinden hiçbirinin arasında ayırım yapmayız” diye îmân ettiler ve şöyle dediler: “İşittik ve itaat ettik! Rabbimiz! Mağfiretini dileriz; dönüş(ümüz) ancak sanadır!” (Bakara (2) 285)
Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutmaz. Kazandığı (iyilik)kendi lehine, işlediği (kötülük) de kendi aleyhinedir. (Ey mü’minler! Şöyle duâ ediniz:)“Rabbimiz! Eğer unutursak veya hatâ edersek, bizi mes’ûl tutma! Rabbimiz! Bizden öncekilere onu yüklediğin gibi, bize de ağır bir yük yükleme! Rabbimiz! Kendisine(dayanabilmek için) takatimiz olmayan şeyi de bize yükleme! Hem bizi affeyle! Ve bizi bağışla! Hem bize merhamet buyur! Sen bizim Mevla’mızsın; artık kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle!” (Bakara (2) 286)
***
3~ ŞİRK VE TÖVBE
Şirk; Allah’ın zâtında, sıfatlarında, fiillerinde veya O’na ibadet edilmesinde yardım dilemede ortağı, dengi yahut benzerinin bulunduğuna inanmaktır.(7)
*
”Onlar, Allah’ın yanı sıra, kendilerine yararı veya zararı dokunmayan şeylere kulluk ediyor ve “Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçilerimiz” diyorlar. De ki: Göklerde veya yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz? Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzeh ve yücedir.” (Yunus (10)-18)
‘’..Şunu bilin ki, kim Allah’a şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer ateştir. O gün zâlimler için hiçbir yardımcı da yoktur.’’( Mâide (5)-72)
*
Tövbe; İnsanın, bezm-i elestte Allah (c.c.) ile arasında yaptığı ahdine sadık kalmayarak nefs ve şeytana uyarak bu dünyada günah işlemesi sonucu, Allah’ın rahmeti ile kendisini birbirinden ayıran bir perde teşkil eder.
İnsan kalbinde ve zihninde, sığındığı yardım dilediği yüce Mevla’sından gelen rahmetin kesildiğini ,Ondan uzaklaştığını anladığı an, iç aleminde bir elem ve acı duyar, günahlardan dolayı çektiği elem ve acının sonucu duyduğu nedamet duyma hissiyle bezm-i elestte Allah’a verilen sözün hatırlanması ve yapılan ahdin tazelenmesidir.
Tövbe imanın bir tezahürüdür.
Tövbe; kendisini Rabb’inden ayıran bu kötülüğü veya kabahati ömrünün sonuna kadar asla yapmamaya azimli ve kararlı olursa bir daha yapmamaya kesin karar verirse anlamı değeri olur.
Pişmanlık duymadan sadece dille yapılan tövbenin hiçbir değeri yoktur.
Günahlardan dolayı tövbe etmek farzdır.
Günahkâr kimse vakit geçirmeden tövbeye yönelmelidir.
Nebiyy-i Ekrem (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir:
‘’Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka ibâdete lâyık ilâh yoktur.
Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lütfettiğin nimetleri yüce huzurunda şükreder, günahımı itiraf ederim.
Beni affet, şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek yoktur.»” (8)
***
Mi’rac Hadisesinden bize düşen hisse ve sorumluluğumuzu Nebiyy-i Ekrem (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem) Efendimiz bu hadisi şerifte buyurmuştur.
***
Rabbimizin bize verdiği mesajı doğru anlayıp iman ,itaat ve imanın gerekleri olanlarla birlikte gerçek tövbenin gereklerini yerine yetirerek (yalancıların tövbesi olmamak kaydıyla)
Nasuh tövbesi ederek Rabbimize Şirk koşmadan ibadetlerimizi yaparsak ,
işte O zaman Mi’rac hadisesini ve bize düşen nasibimizi almış ve gecesini de ihya etmiş oluruz inşallah.
*
“Rabbim! Beni ve zürriyetimi salatı dosdoğru eda edenlerden eyle! Rabbimiz dualarımızı kabul buyur!(İbrahim/40) ‘’ ”Rabbimiz! Hesap kurulacağı gün beni, anamı, babamı ve müminleri bağışla.” (İbrâhîm/41)
***
”Rabbim; Efendimiz Hazreti Muhammed (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem)‘in Al-i Abası ve Ashabı ve Şühedanın ve Evliyalarının ve bu gecenin hürmetine vefat eden mümin kardeşlerimize rahmet eyle şehit olanların şehadetlerini mübarek eyle. ,Yaralılarımıza sıhhat ve afiyet ,sıkıntıda olan kardeşlerimizin sıkıntılarını gider, sağlık sıhhat ve iman ihsan eyle.
Biz günahkar kullarına da ”Nasuh Tövbesiyle” tövbe etmeyi nasip et.
Bizi ve geçmişlerimizi, kardeşlerimize af ve mağfiret eyle.
Efendimiz Hazreti Muhammed (sallalâhu aleyhi ve âlihi ve sellem)’i ve Ehl-i Beytini hakkıyla tanıyıp O ‘na iman ,itaat ve biat edip hayatımıza örnek, önder olarak alıp yaşamayı ve bu uğurda şehid olmayı nasip eyle.
”Ey Rabbi-miz bunu bizden kabul buyur; Kuşkusuz sen, her şeyi işiten ve her şeyi en iyi bilen’sin.” Amin. Selam ve Dua ile..
Cesim ZEYDANLI 17-02-2023 Ankara
Dipnot:
1~ (Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣar”, 43; “Tefsîr”, 17/9)
2~ (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418) Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselam-:
3~(Râzî, XXVIII, 251)
4~ (Müslim, Îman, 279)
5~(Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce)
6~ (Müsned:5/238, El-Bani Sahihi ibn Mace:3529, Beyhaki)
7~ (Lisânü’l-ʿArab, “şrk” md.; Kāmus Tercümesi, “şrk” md.
8~Buhârî, Deavat, 1; Tirmizî, Deavat, 15; Nesâî, İstiaze, 57; Ahmed b.Henbel, el-Müsned, IV, 122.
Rabbim sizlerden de razı olsun, sizi ve bizleri de Miracın ruhuyla yaşamayı ve efendimiz ve Ehl-i Beyt ile haşr olmayı nasip eylesin.