Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve müttefikleri diğer batılılar ve nihayet İsrail meğer bizim sandığımızdan çok daha güçlüymüşler. Sovyetler Birliği’nin varlığı diğer bir tabirle bir zamanlar iki kutuplu dünyada her şey siyaset, ahlak, tarih, devletlerarası rollerin taksimi vs o kadar farklı idi ve bir dehşet dengesi üzerinde şimdiye kıyasla belki adil dağıtılmıştı ki, Sovyetlerin çöküşünden sonra tek kutuplu dünya insanlığın, özellikle Ortadoğuluların büyük ölçüde aleyhine oldu.
Türkiye olarak bizi Sovyetlerden korusun diye NATO’ya girmişliğimiz biliniyor, ancak bugün NATO bizi Sovyetlere veya günümüz Rusya’sına karşı değil, Amerika’ya karşı koruyor, tabii koruyorsa. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra o ana kadar NATO’nun tatbikatlarında düşmanları temsil eden renk olarak kızıl kullanılırken, ondan sonra yeşilin kullanılacağı ABD’li askerlerce açıklanmış ve gelen tepkiler üzerine galiba bundan vazgeçilmişti. Amerikalıların Ortadoğu’ya müdahalelerinde birkaç defa bunun bir “Haçlı seferi” olduğunu söylemiş olduklarını da hatırlatalım. Daha sonra Ege’de Muavenet zırhlımızın vurulup sonra pardon çekmeleri, Kuzey Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirilmesi, bu sene SİHA’mızın -ki teröristlerle mücadele eden SİHA’mızın- Amerikalılarca düşürülmesi, bir NATO ülkesine saldırı düzenleyen teröristlere müttefik Amerika’nın silahlar vermesi… Bütün bunlardan sonra, NATO’da bulunmamızın verdiği müttefiklik konumumuzdan dolayı bize doğrudan saldıramadığını, ama bir gün bir fırsatını bulup bir şekilde gerekeni yapmaya çalışacağını söyleyemez miyiz? Zaten Amerikan parlamentosunda şu meşhur Bob Menendez denen herif Türkiye’nin NATO’dan çıkarılmasından bahsedebiliyor. Böyle bir durumda Amerika’nın Ortadoğu’daki müttefikleriyle -müttefiklerinin bir kısmı Türkiye’de yaşayan kişiler, gruplar ve partilerdir; bunu söylerken sadece PKK’yı ve meclisteki uzantısını kastetmiyorum, “Biden ağabey bizi iktidar yapacak” diye beklentide olanları kastediyorum- bize karşı bir hareket planlamadıklarını kim iddia edebilir?
Neden Amerika ve İsrail dururken Türkiye’deki birilerini karşımıza alıyoruz şimdi? Malum son günlerde vatandaşlar arasında İsrail ve Amerikan mallarına ambargoya dönük bir kampanya söz konusudur. İçimizde birilerinin buna karşı çıktıklarını biliyoruz. O zaman bu birileri acaba bir siyasi parti tarafından da destekleniyor mu diye sorabiliriz. CHP’nin birçok yöneticisi, eski ve yeni başkanı Filistin meselesine açıkça destek verip katliam ve soykırımı bütün çıplaklığıyla lanetlemek yerine dil ucuyla İsrail’i kınıyormuş gibi görünüp, peşinden Hamas’ın teröristliğine vurgu yapmaları bizi 1979 yılına götürdü. O zaman Ankara’da Filistinli “teröristler”, bir eylem gerçekleştirmişler, bir polisimizi şehit etmişlerdi. Yakalanmışlar ve zamanın CHP hükümetinin içişleri bakanı Hasan Fehmi Güneş bu teröristleri kucaklamış, yanaklarından öpmüş ve nezarete öyle göndermişti. Şimdi nereden nereye diye sormanın zamanı geldi. İki kutuplu dünya varken Filistin meselesini Sovyetler destekliyordu. Malum Amerika her zaman İsrail’in safındadır. Bu Amerikan – Sovyet ve İsrail – Filistin kamplaşmasında bizim solcu zevat o zaman Sovyetleri, dolayısıyla Filistin’i tutuyorlardı; el hak doğru yapıyorlardı. Terör eylemi yapan kişileri bakan düzeyinde kucaklayıp öperek karşılayabiliyorlardı! Şimdi mümkün mü? Neredeeen nereye? Batıcılığı, Amerikancılığı, solculuğu vs bilinen, dinî- millî değerlerle alakası olmayan bazı “aydınlar” fikirleri itibarıyla duvara tosladılar. Mesela bunlardan bir tanesi bir piyanist arkadaş, Filistinlilerden yana veya İsrail’e karşı bir iki laf etti, derhal İsviçre gibi bir ülkede konserleri iptal edildi. İşte bu SAMİTİC etki CHP’ye de ulaştı ki ‘Biden abi bizi iktidar yapacak’ diye hepsi solculuğu molculuğu bıraktılar, ANTİ SAMİTİK değil SAMİTİC, (SAM AMCA’cı) Amerikancı oldular. Demek ki Büyük güçler sandığımızdan daha güçlü imiş. Osmanlı bunlara “düveli muazzama” derken günümüz aydınlarından daha fazla meseleye vakıfmış.
Filistinlilerin bu eyleminden yıllar sonra kendileriyle tanıştım ve tarihe not düşecek bir hatıra yaşadım. Malum bizim meşhur bir cezaevimiz vardı bir zamanlar, Sinop Cezaevi. Sinop’ta Kız Öğretmen Lisesinde öğretmenlik yaparken beni cezaevinde ders vermek üzere görevlendirdiler. Dersler için gittiğim Cezaevi’nde unutamadığım üç hatıramı nakletmeliyim. Birincisi, bir gün bir koğuşa derse gideceğim, gardiyan şöyle bir yüzüme baktı, bir de koğuş numarasına. Birden ciddileşti, “oraya mı gideceksin?” dedi. “Evet” dedim, “elimdeki program öyle yazıyor”, “bir soralım bakalım, hocayı ve ders almayı kabul ediyor mu” dedi. “Allah Allah, nasıl bir mahkûm ki hoca kabul etmiyor” dedim içimden. Neyse gittik, uzatmayayım. Tepeden bakan, gayet mağrur bir herif. Bakışlarıyla ‘ben farklıyım’ diyor, meğer bu zat Garbis Altunyan imiş. Namı diğer Garbis Altınoğlu. Türkiye Komünist Partisi’nin İsmail Bilen’den sonra ikinci adamı, başkan yardımcısı… Boğaziçi mezunu, birkaç lisanı ana dili gibi biliyor ve Avrupalı parlamenterler sık sık onu görmek ve rahat ettirebilmek için Sinop Cezaevini teftişe geliyorlarmış, bunları sonradan öğrendim. O zamanlar F tipi cezaevleri gündemde idi. Bu cezaevlerinde sol mahkûmlara ve teröristlere “faşist Türk devleti kötü davranıyor” diye kamuoyu oluşturuluyordu. Özal sonrası dönemde, Demirel’in himmetiyle koalisyona giren adı SHP miydi SODEP miydi birileri bu mahkûmu Sinop’tan kurtardılar ve Eskişehir Cezaevi’ne götürdüler.
Sinop’taki ikinci hatıram: cezaevindeki 26. 27. koğuşlara ders vermeye gitmek oldu. Bu koğuşlarda PKK’lı teröristler varmış, ben o zamanlar bazı milliyetçi tarih profesörlerinin etkisindeyim ve “aslında Kürtlerin Türk olduğunu” anlattım uzun uzun, dersin sonunda bir tanesi kararlı bir ifadeyle “hocam” dedi “hadi dediklerine inanalım, ama benim anam 58 yaşında, tek kelime Türkçe bilmiyor, ne yapacağız”! Çoğu idamlık veya müebbet yemiş bu adamların koğuşlarına girip hangi cesaretle “siz aslında Türk’sünüz” dedim diye arkadaşlar beni hayretle dinledi. “Herifler zaten idamlık, sana bir şey yapsalar bir şey kaybederler miydi?” dediler; ben de “cahil cesur olurmuş” dedim ve geçiştirdim!
Sinop Cezaevi’ndeki üçüncü anımız işte bu Filistinli “teröristlerle” ilgili oldu. Mahkûmlar kendi aralarında tartışılıyor, ben de öğretmen olarak arada hakemlik yapıyorum. Solcu mahkûmlardan bir tanesi, aslında din denen olguyu insanoğlunun kafasında uydurduğunu, dinin bir üst yapı kurumu olduğunu anlattı. Ekonomik altyapı düzeltilirse çarpık üretim ilişkilerinin doğurduğu bu üst yapının bir parçası olan din diye bir şeyin kalmayacağını falan söylerken ranzaların üst katında oturan, elinde Cumhuriyet gazetesi olan birisi “orada dur” diye bağırdı. Hayret ettim, bir solcu ateist veya laik yorumlar yapıyor, bir Cumhuriyet okuru ona “dur orada” diyor. Bendeki hayreti mahkûmlar anlamış olacaklar ki, Cumhuriyet okuyan o arkadaşı bana tanıttılar. “Hocam, bu arkadaş Marvan, hani biz Mervan deriz, Araplar Marvan diyorlar. 1979 yılında Ankara’da Filistinliler bir eylem yapmıştı. İşte o eylemciler bu arkadaşlar.” O zaman terör eylemi yapan ve bakan tarafından yanaklarından öpülen adam, Mervan ve arkadaşı Muhammed, Cumhuriyet gazetesi okuyor ve -sıkı durun- beş vakit namazını kılıyorlardı. Neredeeen nereye. Bu gün, o gazetenin okurları namazı geçtim, Filistin konusunda, H. F. Güneş veya Mervan gibi davranır mı? Mavi Vatan meselesinde Yunanistan’ı haklı bulan bugünü monşer kılıklı CHP’liler iktidarda olsalar Hamas’lıları öper mi? “Hamas terör örgütüdür” diyenler bilsinler ki, Mervan ve Muhammed de terör yapmışlar, bir de polisimizi şehit etmişlerdi. O zaman öpülüyorlardı, şimdi ne değişti? Biz cevap verelim: İki kutuplu dünya tek kutuplu oldu ve tek kutbun başı yeni uluslararası söylem olarak “İslam köktendinciliği” ifadesini kullanıyor. Dün komünizmdi terör yapan, ABD onları durdurmak için NATO’yu, Gladyo benzeri yapıları ve “yeşil kuşak” politikasını kullanıyordu. Şimdi İslam’ı terörist gösteriyor, fundamentalizm (kökten dincilik) bahanesiyle İslam’ı saldırgan siyasetinin hedefine koyuyor. 28 Şubat ve sonrasında “şeriat geliyor” teranelerinin gerçek sebebi işte bu Anglo-Amerikano-Judaist felsefeyi Türkiye’ye hâkim kılmaktı.
Hâlbuki Filistin ve İsrail devletlerinin kuruluş kararı Birleşmiş Milletler tarafından aynı anda alındı. Ondan sonraki Amerikan, İsrail ve batı politikaları İsrail’i güçlendirdi, ama gerek Araplar, gerekse diğer Müslümanlar ve bizimkiler Filistin’in hakkını savunamadı. Devleti olan ordusuyla vuruyor, devletsiz olan ise içinden birilerini silahlandırmak zorundadır, onun da adı terörist oluyor. Dünya nereden nereye geldi, CHP nereden nereye? Türkiye’deki sol hareket nereden nereye geldi! Moskova’dan, Pekin’den, Arnavutluk’tan, İskandinavya’dan, Küba’dan, Yugoslav sistemi ve Üçüncü dünyacılıktan kopup hepsi, hepsi, hepsi Amerikan sistemine râm oldular.
Büyük güçler çok şeye kadirmiş. Şimdi şimdi anladım.