BALBAL
DEVE
“Deveye sormuşlar:
— Boynun niçin eğri? Deve,
—Nerem doğru ki!” demiş…
50 yıl öncesine kadar özellikle Ortadoğu’da ve Dünya’nın çöl olan bölgelerinde en önemli ulaşım ve taşıma aracı atlar, develer, katır ve eşeklerdi. Bunlar hayatımızın merkezinde olan hayvanlardı. Çocukluğumda, şehir içinde dolaşan bu hayvanlarla, at arabaları ve faytonlarla Urfa bir hayal alemi gibiydi. Özellikle Haşimiye meydanına yakın hanlara bu hayvanların, çıngıraklı sesleri ile girip çıktıklarını gördüğümde çok mutlu olurdum. En çok da develerden etkilenirdim. Uzun boyları boyunları, hörgüçleri, salına salına yürümeleri ve insan gibi bakan gözleri ile bana çok enteresan gelirdi.
Bunlardan heybetli olanlarına, “Balbal Deve” denirdi. Bunların en önemli özellikleri durmadan geviş getirmeleridir. Bundan dolayı ağzı köpürerek konuşanlara ” Balbal deve gibi konuşuyor ” aç gözlü muhterislere de” deveyi hamutu” ile yedi denirdi.
Yan yana gelince kervan oluşturan bu develerin başını bir eşek çekerdi. Çünkü hortum ve kum fırtınası ile kaybolan çöl yollarını bulmakta eşekler çok ustadırlar. Meğer eşekler gittikleri yeri unutmazlar ve şaşmaz bi şekilde dağları tepeleri yüzde 7 derecelik bir açı ile giderlermiş. Kıvrım kıvrım dağlardan geçen yollarımızın, eşeğin rehberliğinde çizilip, hizmete açılmış oldukları iddia edilir.
“Deve kini”
İlkokul öğretmenim rahmetli Mustafa Sak Deve kini üzerine bir hikaye anlatmıştı. Adamın biri bir deveye hakaret etmiş ve birazda dövmüş ama 5 sene sonra o adamı tanımış ve intikamını almış, demişti. Yine öğretmenim,
develerin 8-10 gün bile açlığa susuzluğa dayanabildiklerini ama bu sürenin sonunda yağ deposu olan hörgüçlerinin küçüldüğünü ve yumuşadığını söylerdi.
” Deve kervanı “
Urfa’dan otobüsle bir haftada, uçakla üç saatte gidilen hacca, eski zamanlarda aylarca süren deve kervanları ile gidilirdi.
Hacı Kadir dedem, İkinci Dünya Savaşı öncesi, Hacca iki ayda gitmiş, iki ay kutsal topraklarda kalmış, iki ayda da gelmiş. Yani toplamda 6 ay süren çok meşakkatli bir yolculuktan sonra ancak hacı olunurmuş. Bundan dolayıda hacı olanların itibarları çok olurdu
Dedem anlatırmış,
—Urfa’dan ve çevreden gelen hacı adayları Suriye’nin Halep şehrinde toplanır yanlarında onlara refaket eden kılıçlı hançerli tüfekli muhafızların eşliğinde günde en fazla 30 km hızla gider akşamları da konaklama yerlerine uğraya uğraya giderlermiş.
Hacı kafilelerinin paralı zenginlerden oluştuğunu bilen eşkiyalar yollarda kol geziyor fırsat bulunca da gözlerine kestirdikleri kafilelere saldırır hacıları soyup soğana çevirirlermiş. Bundan dolayı hacca gitmek sabır cesaret ve zengin işi imiş.
Bu zorlu imtihanı başarı ile bitirip, Urfa’ya gelen hacıların evlerinin kapı üstlerine Kabe’nin resmi ve Allah Muhammed yazılı teneke tabela ile eve bir saygınlık kazandırılırdı.
” harese “
Develer en çok sevdikleri harese isimli dikenli otları yiyince ağızları dilleri ve yanakları kanarmış. Develer, sızan kanla beraber bu otu da yiyince hırslanır keyiflenir ve daha fazla yerlermiş. Harese arapça hırs anlamına gelmektedir. Yemeye büyük iştahla devam eden bu develerin bir kısmının kan kaybından öldüğünü iddia edenler de vardır.
” deve sütü
deve sidiği “
Deve sütü gerçekten çok pahalı ama çok faydalı bir süt. Konumuz süt değil.
Sanki herşeyimiz tamdı bir de başımıza deve sidiği çıktı. Televizyonlarda ve sosyal medya üzerinden her derde deva diyerek cayır cayır satarak kazıklıyorlar.
Uzun yıllardır, çözülemeyen bir sorun olduğunu artık kabul ettiğimiz kalitesiz yada kaçak merdiven altı ürünlerle halkımızın sağlığı ve parası maalesef tehdit altındadır. Gözünü para hırsı bürümüş satıcılar televizyonlarda, sosyal medyada aromalı şekerli suyu bal diyerek satıyorlar. Yine televizyonda adamın biri dualarla ve biyoenerji ile izleyicilerin güya ağrılarını gideriyor hastalıklarına şifa dağıtıyor. Nasıl bir vicdansızlıktır ki artık ağrı kesici ilaçları bile kanser ilacı diye satmaya başladılar. Aslında tüm bu başıboşluğun temel nedeninin ne olduğunu hepimiz biliyoruz, Denetimsizlik, disiplinli denetim görevlisi eksikliği. Tabii ki herbir bireyi toplumun aynası olarak görürsek ve toplumumuzdaki rüşvet ve yolsuzluk oranı da dünya listelerinde ilk beşe girdiyse, namuslu ve ahlaklı denetleyici de bulman kolay değil. Özel yada devlet farketmez hiçbir kurum düzgün denetlenmiyor, kaçak kurslar, cemaat yurtları tamamen allaha emanet.Keşke yatılı kuran kurslarını ve cemaatleri daha iyi denetleyebilsek.
Artık ne yazık ki adaletin neredeyse tek tecelli ettiği mekanlar olan Esra Erol, Müge Anlı’nın programları da gösteriyor ki ticari, ekonomik, sosyal ve siyasi olarak maalesef, ülkemiz ahlaki ve kültürel olarak çok ciddi bir şekilde yozlaşmaya başladı. Tekrar bunlar düzeltilebilir mi inanın ki bilemiyorum. Okudukça, izledikçe içim sıkılıyor, ruhum daralıyor ama bir yandan da bakıyorum birçok insanımız da bu düzene ayak uydurmuş ve kendi kendini yiyip bitirdiğinin farkında olmadan balbal deve misali geviş getirmeye devam ediyor.